http://www.al-monitor.com/pulse/tr/o...-magazine.html

İslam Devleti Türkiye’de ‘online’ propagandaya başladı

Türkiye’deki İslam Devleti yanlısı gruplar bir ilke imza atarak ilk Türkçe dergilerini ‘online’ olarak çıkardı. Al-Hayat tarafından hazırlandığı ifade edilen ilk Türkçe yayının “Konstantiniyye” temalı ilk sayısı geçen hafta yayımlandı. Şekil açısından profesyonel hazırlandığı gözlenen, sembolik anlamları güçlü fotoğraflarla zenginleştirilen bu 46 sayfalık dergide yer alan makaleler incelendiğinde derginin İD’in Türkiye’ye yönelik stratejik vizyonu hakkında önemli ip uçları içerdiğini söylemek mümkün.

Derginin ilk sayısı, İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethedildiği 29 Mayıs 1453 tarihinin yıl dönümüne denk geldiği için ana tema “Konstantiniyye’nin Fethi” olarak belirlenmiş. Derginin imzasız olarak yayımlanan ön sözünde yayının amacı şöyle açıklanıyor: “Her gün İslam Devleti’nde çıkan onlarca haber, yazı ve videoların birçoğundan Türkiye halkı ve özellikle de Müslümanlar yoksun kaldığı için Türkçe konuşanlara mahsus bir dergi çıkarma kararı aldık”.
İlk sayısının ana teması “Konstantiniyye’nin Fethi” olunca ilk makale de bu konuya ayrılmış. Fatih Sultan Mehmet tarafından savaşla fethedilmesine rağmen “Konstantiniyye’nin gerçek anlamda fethedilmediğini” savunan makale, Hz.Muhammed’in Konstantiniyye’nin fethini öven hadisleri ile başlıyor. İD’in stratejik vizyonunda bu hadislerden esinlenen kehanetvari bir yan olduğunu vurgulamak gerekiyor. “Romalılar Dâbık’a (bu günkü Halep şehri) inmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Onların karşısına Medine’den o gün yeryüzü halkının en iyilerinden bir ordu çıkacaktır” hadisine vurgu yapan yazıda, kıyamete yakın zamanda İslam ordularının önce Dabık’ta (Halep’te) “Romalılarla” büyük bir savaş yapacağı, bu savaştan galip çıkan İslam ordularının İstanbul’a gelerek burayı “silahsız bir şekilde” fethedeceğinin altı çiziliyor. Yazı, şu ifadelerle sona eriyor: “Bu hadislerden de anlaşıldığı üzere kıyamete yakın eski ismiyle Kostantiniyye şu anki ismiyle de İstanbul olan şehir, silahsız ve kansız bir şekilde sadece tekbirlerle fethedilecektir. Kıyamete yakın nebevi (peygambere ait) bir düzen üzere yeniden inşa edilen hilafet ordusu Allah’ın izniyle burayı tekbirlerle fethedecektir”.
Bu yazıda olduğu gibi dergideki yazıların genelinde Türkiye’ye karşı bir şiddet çağrısı ve bir savaş ilanı yok. Bu da İslam Devleti’nin (en azından şimdilik) Türkiye’yi karşısına düşman olarak almak istemediği şeklinde yorumlanabilir. Dergideki Türkiye’ye yönelik bu yumuşak dilin sebebinin AKP hükümeti ile ilgili bir tutum mu olduğu net olmasa da Türkiye içinde silahlı şiddetten uzak durma konusundaki özen dikkat çekici. Bu özenin nedeni ne olabilir? Aslında bu sorunun cevabı dergideki “Hicret” başlıklı bir başka yazıda gizli. Hem bu yazı hem de derginin genelindeki ana mesaj İD’in Türkiye’yi harp alanı görmemesi. Çünkü İD Türkiye’yi öncelikle insan kaynağı olarak görüyor ve Türkiye’deki müslümanları ‘İslam Devleti’ne’ çağırıyor. Dergideki “Hicret” başlıklı yazıda Türkiye’de yaşayan tüm Müslümanlar (özellikle mühendis, doktor, öğretmen, asker, avukat gibi nitelikli işi olanlar) aileleri ile “İslam Devleti’ne hicrete” teşvik ediliyorlar. Dergideki bu hicret vurgusu aslında İD’in stratejik söyleminde toprağın (yani ‘İslam devletinin’) önemini vurguluyor.
İD için İstanbul’un önemini vurgulayan ilk yazıdan sonraki sayfada sunulan İstanbul ile ilgili bir şiir ilginç. “Ey İstanbul, Muhakkak fetholunacaksın. Tekbirlere boyun eğeceksin. Bir asır tağutların (Allah’a şirk koşanlar) elinde esir kalsan da, özgürlüğüne elbet kavuşacaksın” dizesi ile biten bu şiirde ve aslında derginin genelinde dolaylı şekilde de olsa bir Osmanlı ve geçmişe özlem vurgusu var ve bu şaşırtıcı. Zira İslam tarihinde Osmanlı İmparatorluğu tarafından yüzlerce yıl temsil edilen ana akım Ehl-i Sünnet geleneğine karşı isyan etmiş Vahhabi-Selefi gelenekten beslenen İD’in aslında ötekileştirmesi gereken Osmanlı temasına olumlu bir yaklaşım söz konusu. Akla “İD’in bu tutumunun altında stratejik bir akıl var mı acaba?” sorusu geliyor. Acaba İD Orta Doğu’da giderek belirgin hale gelen İran yayılmacılığına karşı Osmanlı İmparatorluğu’nu överek onun geçmişte kullandığı ‘Sünni dünyanın hamisi’ kimliğine mi talip oluyor? Şayet bu sorunun cevabı ‘Evet’ ise bu İD’in stratejik vizyonunda büyük bir değişim anlamına geliyor. Çünkü hem ‘yakın düşman’ olarak İran’a ve Şii yayılmacılığına hem de uzak düşman olarak Batı’ya ve temsil ettiği değerlere karşı geçmişte Osmanlı İmparatorluğu’nun oynadığı rolün günümüzdeki temsilcisi olma iddiası İD’in stratejik söylemini daha küresel hale getirebilir.
Dergideki “Mürtedi (dinden dönen) kime denir?” başlıklı yazıyı ise AKP elitlerine yazılmış üstü kapalı bir tehdit gibi yorumlamak mümkün. AKP’ye hitaben yazılmış bu yazının temel mesajı şöyle özetlenebilir: Siz bana bulaşmazsanız biz de size bulaşmayız ta ki mürtedi olmayın. İD burada AKP kendisine yönelik olumsuz bir hamle yaparsa onları “Mürtedi” ilan edeceğini ve Sünni dünyada meşruiyetlerini sorgulayacağını açık açık vurguluyor.
ABD’li askerlerinin fotoğraflarını bayraklı tabut fotoğrafları eşliğinde sunan “Demokrasi Tutuştu” başlıklı yazı ise İD’in demokrasiyi büyük bir düşman olarak algıladığını gözler önüne seriyor. Yazıda şu ifadeler kullanılıyor: “Asla ama asla demokrasi İslam’la bağdaşmamaktadır. Bunlar ayrı iki dindir. İslam’la hiçbir din ve ideoloji bağdaşmamaktadır. Müslüman’ın yanına başka hiçbir kelime ilave edilemez. Demokrat Müslüman, komünist Müslüman, sosyalist Müslüman, Yahudi Müslüman, Budist Müslüman, bunların hiçbiri olmaz”. Yazıda Türkiye ve İslam alemi demokrasiye karşı savaşa davet ediliyor. Yazıyı hem Türkiye’deki 7 Haziran genel seçimleri hem de bu seçimlere ilk kez siyasi bir parti olarak bağımsız milletvekili adayları ile katılan ve Türkiye’nin doğu ve Güneydoğusu’nda etkin olan radikal İslamcı HUDAPAR’a bir tepki olarak yorumlamak mümkün. Türkiye’deki İD yanlıları bu makale ile hem genel seçimlerin gözlerinde bir meşruiyeti olmadığını vurgulamış oluyor hem de ilk kez demokratik sistem içinde seçimlere girme kararı alan HUDAPAR’ın tabanını “HUDAPAR seçimlere girerek küfür düzenine uydu” söylemi ile kendine çekmeye çalışıyor. Aslında dergide Kürtlere yönelik olumsuz bir yazı veya görsel malzemenin olmaması da bu çıkarımı güçlendiriyor. İD’in Türkiye’deki beslenme kaynağı özellikle radikal İslamcı Kürt kökenliler olduğu için dergide doğrudan Kürt realitesine bir vuruş yok. Ancak derginin genelindeki tonlamadan Türkiye’de İD’in İslamcı Kürt gençliği üzerine özel çalıştığını ve öncelikle HUDAPAR tabanındaki Kürt gençlere yönelik bir strateji takip ettiğini söylemek mümkün.
“Beyaz Saray'ı uçurduktan sonra Paris'i istiyoruz” başlıklı yazıda ise Avrupa ve ABD’ye net mesajlar verilmiş. Kürtlerin Kobani direnişinin ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin çabalarıyla sonuç verdiği belirtilen yazıda şöyle deniliyor: “Bu başarın kutlu olsun Pentagon! Kobani’deki taş yığınları haçlılara hayırlı olsun. Eğer siz Selahaddin’e oynuyor, Musul’a tamah ediyor, Sincar’ı, Huul’u ya da Tikrit’i hayal ediyor ya da Nijerya ormanlarından bir ormanı geri almayı düşlüyorduysanız biz de inşallah sizin hayatınızı karartıp bundan önce Eyvan-ı Kisra’yı (İran saraylarını) havaya uçurduğumuz gibi Beyaz Saray’ınızı, Big Ben Saat Kulesi’ni ve Eyfel Kulesi’ni havaya uçuracağız”.
Sonuç olarak dergiden şu mesajları çıkarmak mümkün:

  • İD en azından şimdilik Türkiye’yi bir “savaş alanı” olarak görmüyor ve Türkiye’yi silahlar yerine tekbirlerle fethedeceğine yönelik stratejik bir vizyon ortaya koyuyor. Bu da örgütün Türkiye’de silahlı bir strateji yerine kalplere ve beyinlere seslenmeye devam edeceği anlamına geliyor. Bu stratejide ilk hedefin de HUDAPAR tabanındaki Kürt gençlerinin kalpleri ve beyinleri olduğu anlaşılıyor
  • Derginin tamamındaki “Dabik vurgusu” ve Hz.Muhammed’in hadislerinden yola çıkarak altı çizilen kehanetvari stratejik vizyon önemli. Bu vizyon İD militanlarında bir “Ahir zamanda Peygamber tarafından seçilmişlik” sanrısı yaratıyor ve bu sanrı da aslında onları bir arada tutan en önemli motivasyon kaynağı haline geliyor. Şu mesaj veriliyor: “Biz çok büyük bir iş yapıyoruz. Peygamberin verdiği bir misyonun erleriyiz”.
  • İD’in bu dergiyle Türkiye’deki siyasi İslamın dönüşümünü çok iyi takip ettiğini ve dönüşümden rol kapmaya çalıştığını görüyoruz. Bir zamanlar AKP’nin temsil ettiği Türk İslamcılığının yolsuzluk iddialarıyla kirlendiği gerçek. Şayet İD kendi ideolojisini Türkiye Müslümanlığı, Ehli Sünnet vurgusu ve Osmanlıcılık temaları ile birleştirebilirse Türkiye’de yeni bir radikal İslamcılık ekolü yaratabilir. Bu ekol de zaten AKP’nin Türk İslamcılığına verdiği zararlar nedeni ile hem demokratik sisteme hem de sosyo-ekonomik hayata yabancılaşmış Türkiye’deki İslamcı kitleleri İD’e daha da yaklaştırabilir.
  • İD’in dergide vurguladığı “demokrasi küfürdür” tezi giderek kutuplaşan ve adı artık yolsuzluklarla anılır hale gelen siyasetten uzaklaşma ihtiyacı hisseden kitlelere cazip gelebilir.
  • Belki de en önemli mesaj ise İD’in Türkiye’ye yönelik çok uzun vadeli bir stratejik vizyonu olduğu gerçeği. Bu vizyonda da silahlı şiddeti ve terörü benimseyen bir strateji yerine kalpleri ve beyinleri kazanmaya yönelik, halk merkezli bir yaklaşımın ağır bastığı görülüyor. O yüzdendir ki dergiye göre “İstanbul silahlarla değil tekbirlerle fethedilmeli”.