Bütün Oğuz Çölü’nü yağılarımızla vuruşa vuruşa geçtik. Nereye
gidiyorduk? Daha ne kadar doğuya gidecektik? Ne vardı Doğu’da?
Önceleri bu soruları sormuyorduk bile. Urus Koca’dan kaçıyorduk. Bu
yeterliydi. Ama Küre Han’ın Urus Koca’yı bozup içki çanağı yapmasından
sonra hâlâ nereye gidiyorduk biz? Bir Maşiah’a uymuştuk. O Doğu’dan
geldiği için Doğu’ya mı gidiyorduk? Bu işin Hangay’a kadar yolu mu
vardı yoksa? Yüzlerce yıl Batı’ya doğru yürüdükten sonra, şimdi bunca
yolu tepip gerisin geriye Doğu’ya mı gidiyorduk? Budunda sızıltı dırıltı
arttı. Kınıklar, beni, “kız beylerini” bu kadar sevip saymasalar, değil
kaçıp gidenleri çevirip getirmek, kendileri bile bırakıp gitmişlerdi bizi.
Bir iki tane de çulsuz Maşiah bozuntusu çıktı ortaya. Tengere
boğdurtmasın yoksulları diye, güzel bir dayak attırıp çaktırmadan
bozkıra bıraktırdım!
Tengere bu sıkıntıları hiç anlamadı. “Nereye gidiyoruz Maşiah Kağan?”
diyenlere, “Urum’a” gibi sulu zırtlak yanıtlar veriyordu. Sonunda Cend
denen süprüntü yığınına geldik! Sarkel’i, İdil’i gören kişi için Cend
nedir? Tozlu kirli sokaklarında yürüdükçe kusmak istiyordum. Yine de
daha Doğu’ya çekilmeden bu uzun yürüyüşü durdurmak buduna iyi
geldi. Hiç yoktan iyiydi. Hiç olmazsa Hangay’a gitmediğimiz
kesinleşmişti. Üstelik, yabgularından kaçan boy erleri birer ikişer geliyor,
Kınık’ın “kız beyine” sığmıyorlardı. Gücümüz artıyordu. Demir Yaylı
kalksa da kızını görse, kim bilir ne kadar kıvanırdı! Cend’de durmuş,
dağınık olmuş kişioğullarını el ediyordum. Ben şimdilik el edeyim de bir
gün kim defterlerini dürüp bunları dürük ederse etsin, dedim.
Çocuklarımın hepsi, ama en çok Arsılan İsrail ve Musa İnanç, gören
gözüm, tutar elim oldular bu budunu el etme işinde.
Bookmarks